
Ebu Simbel Tapınakları, Asvan’ın yaklaşık 280 km (170 mil) güneyinde, eskilerin Nubia (Nübye, Nûbe) olarak bildikleri bir bölgede yer alır. Bu coğrafi terim ilk olarak M.Ö. 25 civarında Yunan tarihçi ve coğrafyacı Strabon’un yazılarında görülür. Onu kuzeyde Asvan’daki Birinci Çağlayan’dan güneyde Dördüncü Çağlayan’a kadar uzanan Nil’in ikiye böldüğü Afrika çölü bölgesine atıfta bulunmak için kullanır. Bölge geleneksel olarak her biri kendine özgü iklim ve topografyaya sahip iki farklı coğrafi bölgeye ayrılmıştır.
MÖ 3050’de Mısır seferleri güneye en azından İkinci Çağlayan’a kadar gitmişti. O zamanlar, Nil’i çevreleyen çöl şimdi olduğundan daha nemliydi ve hem Yukarı hem de Aşağı Nübye’yi önemli ölçüde büyük nüfuslar işgal etti.
Nübye, Afrika’nın kalbindeki güney medeniyetleri ile kuzeydeki Mısır ve Akdeniz kültürleri arasında bir köprü olmuştur. Sonuç olarak, Nübye kültürü; bir yanda Güney Afrika kültürlerinin ve diğer yanda Mısır, Grek ve Roma kültürlerinin bir meleziydi. Bununla birlikte, en güçlü etki, yakınlığı, topografyasının benzerliği ve en azından M.Ö. 3. binyıl gibi erken bir tarihte kurulan askerî ve siyasi temaslar nedeniyle Mısır’dan geldi.
Mısır’ın gücünün artması ve zayıflaması, Nübye ile olan ilişkilerinde izlenebilir. Güçlü krallar birleşik bir ülkeye hükmettiğinde, Mısır etkisi Nübye’ye kadar uzanıyordu. Nübye, fildişi, ahşap, deri, tütsü gibi ticari mallar ve maymun, zürafa gibi egzotik hayvanlar için çok önemli bir kaynaktı. Nübye taş ocaklarında altın, granit ve diyorit çıkarılıyordu. Aslında, Nübye’de altın o kadar boldu ki, adı Eski Mısır’daki ‘altın’ (𓋞) kelimesinden geliyor.

Ebu Simbel Tapınaklarının Taşınması
Ebu Simbel Tapınakları, Büyük Ramses döneminde Nil’e bakan bir uçurumun kayalarına oyulmuştu. İki tapınaktan büyük olanı II. Ramses’in kendisine ve tanrılar Re-Horakhti, Amen-Re ve Ptah’a adanmıştır. Daha küçük olan tapınak ise Ramses’in baş kraliçesi Nefertari ve tanrıça Hathor için inşa edildi.
20. Yüzyıl’da, Ebu Simbel Tapınakları, uluslararası bir işbirliğiyle yeni yerlerine taşındı. Sebebi, Asvan Barajı’nın inşası nedeniyle tapınakların Nasır Gölü’nün suları altında kalma tehlikesiydi. Bu müthiş -uluslararası- kurtarma operasyonunu aşama aşama inceleyelim.
1959’da, özellikle Ebu Simbel’deki kayaya oyulmuş tapınakların kurtarılmasına odaklanmak üzere uzmanlardan ve danışmanlardan oluşan bir komite kuruldu. Bu komitede mimarlık, mühendislik, arkeoloji, planlama ve finans alanlarında hem Mısırlı hem de uluslararası uzmanlar yer alıyordu.
Uzmanların karşılaştığı ilk ve en önemli görev, kendilerine sunulan çeşitli önerileri değerlendirmekti. Önerilerden biri, gelen sulardan korunması için tapınakların yerinde bırakılması ve etraflarına beton borular inşa edilmesiydi. Tapınaklar daha sonra asansörle ulaşılabilen deniz müzeleri haline gelecekti.
Diğer bir öneri, anıtlardan 300 m (984 ft) uzaklıkta yarım daire şeklinde bir beton inşa edilmesiydi. Yeni barajın yüksekliği ve konumu, güneş ışınlarının tapınaklara girmeye devam etmesine ve iç kutsal alanları aydınlatmasına olanak tanıyacaktı. Bu öneri, tapınakların orijinal muhteşem ortamının güzelliğini koruyacaktı. Bununla birlikte, tapınaklar, tapınakların 60 m (neredeyse 200 ft) yukarısına ulaşan, tamamen suyla çevrili bir oyukta olacaktı. Tapınakların gözenekli kumtaşı herhangi bir taşma nedeniyle kolayca delinebilir ve anıtlara onarılamaz zararlar verilebilirdi. Bu sorunu ortadan kaldırmak için dev bir pompalama istasyonu da önerildi, ancak istasyonda herhangi bir sorun yaşanırsa anıtlar sonsuza kadar yok edilebilirdi. Bu önerinin maliyeti de çok yüksekti; 80 milyon doların üzerindeydi ve hem Mısır hem de UNESCO tarafından reddedildi.
Bir başka öneri ise Milano Üniversitesi’nde sivil mühendislik profesörü olan Profesör Piero Gozzola tarafından sunuldu. Tapınakların inşa edildikleri dağdan kaldırılmasını, koruyucu örtüyle çevrelenmesini, 65 m (213 ft) yüksekliğe taşınmasını ve orijinal yönlerini koruyarak yeni bir yere yerleştirilmesini önerdi. Bu öneriye göre, tapınakların üzerindeki kaya kütlesi de yeni konuma taşınacak (ancak tapınakların taşınmasını kolaylaştırmak için ayrı olarak) ve tapınakları çevreleyen orijinal çevre mümkün olduğunca doğru bir şekilde yeniden yaratılacak.
Bu son öneri Mısır hükümeti tarafından 20 Temmuz 1961’de kabul edildi, ancak büyük bir çekinceyle kabul edildi, çünkü yaklaşık 350.000 tonun 65 m yüksekliğe kaldırılması gerekiyordu. Bu alanda daha önce yaşanan tek deneyim, ağırlığı 10.000 tondan az olan bir kilisenin yalnızca 2 m (yaklaşık 6,5 ft) yüksekliğe taşınmasıydı.
Sonunda tapınakların büyük bloklar halinde kesilip yeni bir yerde yeniden birleştirilmesi çağrısında bulunan biraz farklı bir önerinin uygulamaya konulmasına karar verildi. Orijinal uyum dikkatle korunacak ve orijinal ortamlarını yeniden yaratmak için etraflarına yapay dağ inşa edilecekti. Bu önerinin başlıca avantajı önemli ölçüde daha güvenli ve daha az maliyetli olmasıydı, ancak bazı arkeologlar taşların ve heykellerin kesilmesini Ebu Simbel tapınaklarının katledilmesi olarak tanımlayarak şiddetle karşı çıktılar. Neyse ki tarih onların yanıldığını kanıtladı.
Ebu Simbel tapınaklarının kurtarılması yedi aşamada gerçekleştirildi:
1- İki tapınağın önüne, yükselen sulardan korunmak için geçici bir baraj inşa edildi. Bu baraj 730 m (2,400 ft) uzunluğunda ve 37 m (121 ft) yüksekliğindeydi ve 38.000 m³ (1,3 milyon ft³) kumtaşından inşa edildi. Büyük Tapınağın önü, dev heykelleri, arkalarındaki duvarların iskele ile kaplanarak kaldırılmaya hazırlanması sırasında ortaya çıkan baskıdan korumak için kumla kaplandı.
2- Tapınakların üzerindeki iki kayalıktan 150.000 m³ten (5 milyon ft³) fazla kaya taşındı.
3- Tapınakların taşları, heykelleri ve sütunları, ağırlıkları 3 ila 20 ton arasında değişen, her biri 3 m yüksekliğinde ve 5 m uzunluğunda (yaklaşık 10 ft x 16 ft) dev parçalar halinde kesilmiştir. Büyük Tapınak 807 parçaya, Nefertari Tapınağı ise 225 bloğa bölündü.
4- Yeni yer hazırlandıktan sonra Tapınağın büyük blokları yeni seçilen yere kaldırıldı.
5- İki tapınak, orijinal yönelimi dikkatlice yeniden üretilerek yeni yerlerinde yeniden inşa edildi. Bu operasyonun en dokunaklı anı, 1967 yılının Mart ayında, II. Ramses’in taçlarının tapınağın önündeki dev heykellerin üzerine yerleştirilmesiydi. Bu, projede yer alan hiç kimsenin asla unutamayacağı harika bir andı: Yirminci yüzyılın en ileri teknolojisi, kendisinden 3.300 yıl önce yaşamış bir uygarlığın en şaşırtıcı başarılarından birini kurtarmak için kullanıldı.
6- Tapınakların üzerine yığılan kayaların ağırlığından korunmak için iki adet beton kubbe inşa edildi. Büyük Tapınağın üzerindeki kubbeler, 60 m (yaklaşık 200 ft) çevresi ve 22 m (84 ft) yüksekliğiyle dünyanın en büyük yapay kubbelerinden biridir.
7- Orijinal ortamlarını yeniden yaratmak için iki tapınağın üzerine yapay tepecikler inşa edildi. Bu tepeciklerde toplam 230.000 m³ (8 milyon ft³’ten fazla) kumtaşı kullanıldı.

Tarihte eşi benzeri olmayan bu muazzam çaba, şu şirketlerden oluşan bir konsorsiyum tarafından gerçekleştirildi: Fransız şirketi Grands Travaux de Marseilles, Almanya’dan Hoch-Tief, İtalya’dan Impregito, iki İsveç şirketi, Sentabex ve Shanska ve Mısır şirketi Atlas. Tüm çalışmalar İsveçli VBB grubu tarafından denetlendi.
Çalışmalara başlamadan önce, projeyi yürüten, çoğu aileleriyle birlikte 3.000’den fazla Mısırlı ve yabancı işçiyi barındıracak modern bir şehir inşa edildi. Sahanın uzak konumuna, ulaşım ve iletişim zorluklarına ve sert hava şartlarına (yazın sıcaklık gölgede 50 ⁰C/122 ⁰F’ye ulaşabiliyor) rağmen işçilerin en modern ve konforlu şartlarda barındırılmasına büyük özen gösterildi.

Proje 42 milyon dolara mal oldu ve beş yıldan kısa bir sürede tamamlandı. 1963 yılının Kasım ayında başladı ve başlangıçta tahmin edilen bitiş tarihinden yirmi ay önce, Eylül 1968’de sona erdi. Hiçbir taş kaybolmadı veya hasar görmedi, tasarımda hiçbir değişiklik yapılmadı ve tapınaklar tam olarak Belzoni’nin ortaya çıkardığı gibi görünüyor. Hatta Büyük Tapınağın güney cephesindeki II. Ramses’in ikinci heykelinin üst kısmı da tıpkı bulunduğu gibi kaidenin önüne yerleştirilmiştir.
22 Eylül 1968’de Ebu Simbel tapınaklarının kurtarılmasını kutlayan büyük bir festival düzenlendi. Etkinlikte hazır bulunan bir muhabir şunu yazdı: “Her şey eskisi gibi görünüyor; tapınakların taşındığına dair şüphe duymaya yetecek kadar.” Bu günde, dünyanın her yerinden muhabirler, bilim adamları, Mısırbilimciler ve ileri gelenler açılışa katılmak ve küresel işbirliğinin bu zaferini kutlamak için geldi. Mısır dünyaya değerli, anıtsal hediyelerle teşekkür etti.
İki tapınağın kurtarılması birçok koruma sorununu gündeme getirdi, bu nedenle Mısır Eski Eserler Dairesi, tapınakları herhangi bir çevresel veya insani tehlikeden korumak için alanda kalıcı bir koruma laboratuvarı kurulması gerektiğine karar verdi. Anıtlara yönelik birçok tehdit hâlâ devam ettiğinden bu, kurtarma çabasının hayati bir parçası. Örneğin, yeni alanın açılışından birkaç ay sonra şiddetli bir fırtına, küçük tapınağın cephesindeki Kraliçe Nefertari heykellerinden birinin burnuna ve yüzünün bazı kısımlarına zarar verdi. Bazı bilim adamları hasarı tapınağın önündeki ağaç eksikliğine bağladı (orijinal alanda ağaçlar vardı).
Eski Eserler Dairesi derhal tapınakların önündeki alanı çimlendirmeye başladı ve tapınağın cephelerindeki kumları kaldırdı. Ne yazık ki daha sonra çimlerin böcekleri ve yılanları çektiğini keşfettiler ve onu da kaldırmak zorunda kaldılar. Konservatörlerin karşılaştığı diğer sorunlardan biri de yerel kuşların tapınak cephelerinin mükemmel yuvalar oluşturduğuna karar vererek büyük bir temizlik sorunu yaratmasıydı.
Ebu Simbel bölgesi, özellikle güneş ışınlarının Büyük Tapınağın kutsal alanına girdiği 22 Şubat ve 22 Ekim tarihlerinde Mısır’ın en önemli turistik mekânlarından biri haline geldi. Ebu Simbel şehri muazzam bir şekilde büyüdü. Tapınakların ön cephelerine yansıtılan muhteşem müzik ve güzel sahnelerle birlikte yeni muhteşem ses ve ışık gösterisi, pek çok akşam ziyaretçisini siteye çekiyor. Gösterinin hikâyesi oldukça romantik; Nil, rüzgâr ve Büyük Ramses, tarihin en muhteşem dönemlerinden biri olan Mısır’ın Altın Çağı’nın öyküsünü anlatıyor.
Mısırbilimci Zahi Hawass‘ın “The Mysteries of Abu Simbel – Ramesses II and the Temples of the Rising Sun” adlı kitabından derlenerek Türkçe’ye aktarılmıştır.
Hawass, Zahi, The Mysteries of Abu Simbel – Ramesses II and the Temples of the Rising Sun, The American University in Cairo Press, 2002.

Yorum bırakın